26 Haziran 2009 Cuma

Van'daki Muğlalı'dan,Muğla'daki Hayvan'a Memleketimden Komutan Manzaraları


“12 Eylül’ü halk desteklemiştir. Yüzde 92 oy bunun kanıtıdır. Şimdi aynı yolu kullansınlar, halka sorsunlar, diyorum. Eğer halk ‘evet’ der, geçici 15. maddeyi kaldırırsa, o zaman hiç yargılamaya da gerek yok, ben intihar ederim!” 25.05.2009 Kenan Evren


Bugün bu haberi okudumadan önce, gazetede ilk çirkin fotoğrafını gördüğümde, her zamanki gibi ''Acaba sonunda mı?'' dedim fakat sonra, yine her zamanki gibi ölüm haberi değil de, uzun ve tahrik edici saçmalamarıyla karşılaştım. Demiş ki eski halk katilimiz (başkanımız), intihar ederim... Ben buna karşıyım ve öyle bir referandum olsa hayır derim efendim. Evren yargılanmasın! Bunun için aklıma gelen şimdilik iki basit nedenim var.


1- Bu adam kendi isteğiyle ölmesin. Benim artık kendi iğrenç bedeni olsa da, bu ülkede bunun kararıyla gömülecek bir insan(?) daha görmeye tahammülüm yok. Haa, 12 Eylül döneminde emrettiği gibi kimsenin duymadığı bilmediği görmediği yerlerde (bakınız, biliniz,ezberleyiniz Diyarbakır İşkence Evi 1980) gerçekleştirilecekse bu ölüm mesela bir cezaevi dibinde, bir öğrenci evinde, karanlıkta olacaksa, mesela cenazesi bile olmayacaksa, annesi Galatasaray meydanına çıkacaksa Cumartesi Anneleriyle örneğin, içim biraz daha razı olur hani, ve o halde belki evet derim referandumda .


2- Bu adam bizim jenerasyonca 'ressam' diye bilinir, bir önceki jenarasyonun dahem katili hem kahramanıdır. Ama Mustafa Muğlalı'yı mesela bizden(bugün 20-30 yaşlarında olanlar) neredeyse hiç bilen yoktur. 1943 yılında, Van'ın Özalp ilçesinde, 33 Kürt köylünün hayvan kaçakçılığı iddiası ve 3. Ordu komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizilmesi ve 32'sinin ölümü, birinin kaçması ile sonuçlanan olayı belki ilk defa buradan okuyacak birçok arkadaşım var. Belki biraz Ahmed Arif okumuş olanlar muazzam 33 kurşun şiirinden hatırlayacaklardır bu unutulmaması gerekn olayı ve unutlması gereken komutanı... Biliyor musunuz? Bu adam yargılandındı hafifletici sebeplerle 20 yıla mahkum oldu, ve bugün bu adamın ismi kışlalara, iş merkezlerine, çocuklara veriliyor... Midemin bulanması için yeteri kadar yargılanmamış komutan Kenan Evren ismi var okullarımızda, caddelerimizde, sokaklarımızda, güzel Muğla'mızda, birde yargılanıp daha fazla kahraman olmasını intihar etmesini kaldıracak midem yok. Bu herif hala bizim jenerasyonca sadece fırça 'darbe'leriyle tanınsın, aman daha fazla kahraman olmasın, aman daha fazla Kenan Evren ismi yazılmasın...



"marmaris denizini kirletmeye kıçın yetmez,kafanı sok kenan evren kafanı" Arif Damar


23 Haziran 2009 Salı

Cerrah vs. Pringles Man


Beklenen haber, 12 Haziran 2009 tarihinde ajanslara dusmustu. Sehr-i Istanbul'un kiymetli emniyet muduru, cicegi burnunda mi, erkan-i torpilli mi ilimiz oldugunu kestiremedigim Osmaniye'ye vali olarak atanmisti.
Aslen Ispartali olan Cerrah, zihinlerde nedense Sivasli olarak yer etmisti. Ben onu ilk defa Inonu tribunlerinde, fanatigi oldugu takimi izlemeye geldiginde gormustum. Ancak hayattaki fanatizmi futbolla kalmiyormus. Bir roportajinda, silaha olan tutkusunu, Bolulu Hasan Ustanin sutlu tatlisini anlatir gibi aciklamasi, at avrat silah triosuyla buyumemis bunyelerde, Iniesta'nin Chelsea'yi finaden eden golu etkisi yaratmisti.
O gune kadar genelde belediye baskanlarinin konusuldugu Istanbul kenti, artik en uzun sure gorev yapan emniyet muduru rekorunu elinde tutucak bir makam yoneticisine ve de diktatoryasina ev sahipligi yapacakti.
Cerrah'in gorevine ve sehre alismasiyla varolan uslubu gun yuzune cikmisti. Letonya macini izlemek icin bu ulkeye giden 'Istanbul Emniyet Muduru', 20 Kasim 2003'te meydana gelen ikinci Sinagog patlamasinin sebebiyetini, gorevi geregi ilgili ozeni gosterememis olan basina mal edicekti. Bu andan itibaren o goruntu akillarda, yapmis oldugu aciklamalarla kazinacakti.
Hrant Dink cinayeti, Munevver Karabulut cinayeti ve de unutulmaz 1 Mayislarda yaptigi aciklamalar sadece Istanbul'da yasiyanlari degil tum ulke yurttaslarini ilgilendiren konular olmustu. Ancak bu sefer farkli bir acidan Cerrah'i ele almak lazim. Kimileri, kaderlerinin isimleri konuldugunda belli olduguna inanir. Keske bu inanc, Cerrah icinde gecerli olsaymis. 1953 yilinda Konya'da dogan bu cocuga, hosgorunun cografyadaki temsilcisi Mevlana'dan esinlenerek Celalettin adi konulmus. Polis okulunu bitirdikten sonra Konya'da dogan bu gencin yolu, Mehmet Agar, Mete Altan gibi unlu polislerin gorev yaptigi Istanbul 1. Subeye dusmustu. O gunlerde, ayrildigi koltugunda kendisinden kivancla bahsettigi Sukru Balci oturmaktaydi. Bu isim azinliklardan harac almaktan tutun da, kacakciliga goz yumulmasına kadar bir dizi suclamayla 1987 yılında yazılan unlu Milli Istihbarat raporunda basrollerden birinde yer alan bir gercek 'efsaneydi'. 12 Eylul doneminde icraatlari yuzunden hakkinda fezleke duzenlenmis, ancak Milli Guvenlik Konseyi tarafından 'solcular bunu kullanırlar' diye korunmustu.
Kendisi icin uygun rehberler esliginde kariyerinde yol alan Cerrah Mardin'e emniyet muduru olarak atanmasindan itibaren birbirinden farkli duraklardan gecerek Istanbul'a gelmisti. Kader arkadasi, 'yoldasi', Istanbul'un ikinci adami Muammer Guler ile de iyi bir elektrik yakalayan Cerrah, kaldigi 6 yil boyunca, elinde silahli guc bulunduran her mevkinin bu ulkede yaptigi gibi, gorevini yerine getirmek yerine surekli baska noktalarda aciklamalar yapmadan duramiyordu. Hrant Dink cinayetinin milliyetci hissiyatla islendigini soleyen emniyet muduru, davanin yargilama surecinin seyrinden haberdar oldukca acaba ne dusunmekteydi? Yoksa milliyetci duygular da mi F tipi orgutlenmeyle zayiflatilmak, halkin karsisinda kucuk dusurulmek isteniyordu? Munevver Karabulut'un ailesi icin sarfetmis oldugu 'kizlarina sahip ciksalardi' nasihati, acaba kucuk yaslarda silah talimi yaptirdigi kendi kizi icinde gecerli olacak miydi?
30 Agustos'ta Lubnan'a asker gonderimini protesto etmeye calisan genclerin linc edilmesini mesrulastiran Cerrah, acaba insan onurundan ve temel hak ve ozgurluklerden haberdar miydi?
Ya da 1968 yilinda Oslo'da bir duvarda yazilan o yazi Turkiye icinde mi gecerliydi?
`Tanri hayvanlari yaratti, Oslo polisi de onlari ise aldi`

15 Haziran 2009 Pazartesi

Küba ve Kadın

Küba Devrimi'nden önce çoğu Kübalı kadının toplumdaki rolü diğer ataerkil Latin Amerika toplumlarındaki kadınlardan farklı değilken, Devrim'le birlikte, siyasa yapma sürecinde cinsiyet konularının ön planda yer almasıyla Kübalı kadınlar, başta ekonomik, siyasi ve kültürel olmak üzere hayatın bütün alanında büyük bir gelişme sağladılar. Bu bağlamda; yazıda, Devrim öncesi ve sonrası Kübalı kadınların sosyal, ekonomik ve politik hayattaki rolleri üzerinde karşılaştırmalı olarak durup, Devrim'in, Kübalı kadınlar üzerindeki etkisini eğitim, sağlık, iş, yönetim ve aile alt başlıklarıyla incelemeye çalışacağım. Fakat hepsinden önce; Küba'nın, Devrim öncesi siyasi geçmişinin üzerinde -özetle de olsa- durmakta yarar var.

Devrim Öncesi Küba Siyasi Hayatına Kısa Bir Bakış
Küba, Birleşik Devletler'in güney doğusunda, Meksika'nın doğusunda yer alan bir ada ülkesidir. 1492'de Kristof Kolomb tarafından keşfedilmiş ve İspanya'ya ait olduğu ilan edilmiştir. Neticesinde; 1511 ve 1898 yılları arasında, yaklaşık 400 yılını İspanya sömürgesi altında geçirmiştir. 1868 isyanıyla birlikte, 10 Yıl Savaşları ortaya çıkmış ve bir çok Avrupa ve Latin Amerika ülkesi, Küba Hükümeti'nin meşruluğunu tanımaya başlamıştır. 1878'de İspanya'nın Küba'ya büyük ölçüde özerklik vermesine rağmen, 1895 yılında üstad José Marti öncülüğünde yeni bir bağımsızlık mücadelesine girişilmiş fakat başarısız olunmuştur. Öte yandan Küba, şeker, tütün ve kahve gibi ürünlerin fazlasıyla üretilidiği verimli topraklara sahip olması yüzünden İspanya ve ABD'nin çatışma merkezi olmuştur. 19. YY sonlarına doğru İspanya gerekli iş gücünü, sermayeyi, teknik-beceriyi ve pazarı sağlayamadığından; ABD bölgede hakim ülke konumuna gelmiştir. İspanya-Amerika Savaşı sonrası ise Küba, 1898 Paris Antlaşması'yla ABD'ye bırakılmıştır. 1902'de ise eski yıllarına nazaran göreceli bir bağımsızlık kazanan Küba, ABD'den hala tam bağımsızlık kazanamamış ve Guantanamo'yu ABD'nin himayesine bırakmak zorunda kalmıştı. 1959 Küba Devrimi'nden önce yönetimde olan ABD destekli Fulgencio Batista ise Küba'da yaklaşık 25 yıl diktasını sürdürmüş; bu dönemde seks turizmi ve kumarhane işletmeciliği en az tarım kadar önemli gelir kaynakları olarak gösterilmiştir. Yine bu süre zarfında işsizlik büyük oranda artmış ve ülkenin büyük bir çoğunluğu kendini yoksulluk sınırının altında bulmuştur.

Devrim Öncesi Küba'da Kadın
Devrim öncesi Kübalı kadınlar, diğer Latin Amerika ülkelerine kıyasla erkekler karşısında daha eşit ve saygın bir konumda olmalarına rağmen(oy verme hakkına 1934 yılında sahip olmaları buna bir örnek olarak gösterilebilir), Katolik Kilisesi'nin ataerkil gelenekleri diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Kübalı kadınları da evlerine, çocuk büyütmeye hapsetmiştir. Kaldı ki araştırmalar, Devrim öncesi Küba'da evin yükümlülüklerinin %90'ının kadınlar tarafından yapıldığını gözler önüne sermiştir. Devrim öncesi dönem, Küba'da kadının yerinin evi olduğu düşüncesinin egemen olduğu bir dönemdir. Bütün bunlar, iş gücündeki kadın oranın azlığının sebebini de gözler önüne sermektedir. 1943'te iş gücünün sadece %10'unu, 1953'te %13.7'sini ve 1956'da %17'sini kadınlar oluşturmaktaydı. Şüphesiz; Devrim'den önceki siyasal hayatta da kadınlara yer yoktu.

Küba Devrimi'nde Kadın Mücadelesi
20. YY'da dünyayı sarsan bir çok devrim yaşanmıştır; Ekim Devrimi, Çin Devrimi, İran İslam Devrimi vs... Gelgelelim 20. YY eğer Devrim Yüzyılı olarak adlandırılacaksa, Latin Amerika da Devrim Bölgesi sıfatını fazlasıyla haketmektedir. Neredeyse her sene, bölgenin değişik yerlerinde devrim girişimleri olmuştur. Küba'nın bu hareketlerin oluşmasında öncül ve ilham verici bir rolü olduğu da bir başka gerçektir. Che Guevara "Devrim'imiz Latin Amerika'daki Amerikan egemenliğini tehdit etmektedir. Biz bu ülkelere kendi devrimlerini yapmalarını söylüyoruz." diyerek Küba'nın bölgeldeki bu öncül rolüne dikkat çekmektedir. Küba'da olduğu gibi Meksika, Bolivya, Guetamala, Şile, El Salvador ve Nikaragua'da da görülen bütün devrimci hareketlerin esas amaçları diktatörlüğü devirmek, hayatın her alanında yaşanan eşitsizliği yok etmek ve Che'nin deyimiyle "Yeni İnsan"ı yaratmaya yöneliktir.
Küba Devrimi, ABD destekli diktatör Fulgencio Batista'yı devirmeye, Küba'yı bağımsız ve sosyalist bir ülke yapmaya yönelik silahlı bir başkaldırı mücadelesidir. Bunun yanı sıra, Küba'da halen sürmekte olan Marksist politikalara da Devrim'in devamı gözüyle bakılmaktadır. Bu Marksist politikalar, Küba'da kadının toplumdaki yerinde kuşkusuz çok önemli değişime yol açmıştır. Bunlara geçmeden önce Küba Devrimi'nde kadınların gerilla savaşına katıkılarını inceleyelim.
26 Haziran 1953'de Moncada Kışlası'na gerçekleşen saldırıdan itibaren, kadınlar, Küba'daki gerilla mücadelesinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Zira; Batista'ya karşı girişilen mücadelede, 1958 yılında bir kadın gerilla örgütlenmesine gidilmiştir. Kaldı ki günümüzde Küba'da her kadın, olası bir saldırıda ülkelerini savunmak için askeri eğitim almaktadırlar.
Küba Devrimci Silahlı Kuvvetleri'nde görevlilerin yaklaşık %20'sini kadınlar oluşturmaktadır. Devrim sırasında ise kadınlar, gerillaların sadece %5'lik bir kısmını oluşturuyorlardı. Her 20 gerilladan sadece 1'inin kadın olması az gibi gözükse de, Küba'da kadınların gerilla mücadelesine katılması Latin Amerika'da yeni bir dönemin açılmasına yol açmıştır. Küba'lı kadınların öncülüğü sayesinde, Latin Amerika'da sonradan gerçekleşecek olan devrim hareketlerinde kadınlar da artık yavaş yavaş yer almaya başlamışlardır. Devrim'den sadece 20 yıl sonra istatistikler de göstermiştir ki FMLN'nin üyelerinin %40'ı, gerillalarının %30'u ve askeri liderlerin %20'sini kadınlar oluşturmaktaydı. Bu yüksek oranların oluşmasında, şüphesiz, Küba kadınların, gerilla savaşında kadınların da yer alabileceğini göstermiş olması yer almaktadır.

Devrim Sonrası Küba'da Kadınlar
Devrim'den önce Küba'da kadınlar ve erkekler arasında katı çizgilerle belirlenmiş iş bölümü olduğunu daha önce söylemiştik. Kadın, eş olmak ve çocuk büyütmek rollerinden sıyrılamıyor ve az sayıda hakka sahip olmaya razı oluyorlardı. Ancak Devrim sonrası, cinsiyet eşitliğini göz önünde bulunduran politikaların yürütülmesiyle, hayatın her alanında önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. Küba Cumhuriyeti Anayası, kadınlara erkeklerle aynı ölçüde ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve aile hakları ve fırsatları verme garantisi sağlamıştır. Bu haklardan bazıları aşağıda sıralanmıştır;
Madde32 - Kadınlar ve erkekler aynı ekonomik, siyasi, kültürel, sosyal ve aile haklarına sahiptirler.
Madde 41 - Bütün yurttaşlar eşit haklara ve görevlere sahiptirler.
Madde 42 - Cinsiyet ayrımcılığı, diğer bütün ayırımcılıklar gibi, yasaktır.
Bütün bu gelişmeleri ışığında Küba'da kadının yerini eğitim, sağlık, iş, yönetim ve aile alt başlıkları altında inceleyeceğim.

Eğitim
Eğitim, kuşkusuz, bir bireyin topluma kazandırılmasını hızlandıracak en önemli faktördür. Sosyal adalet üzerine inşaa edilmiş Devrim'in, kadınlara eğitimde büyük oranda eşitlik sunduğu da bir gerçektir. Bütün okullarında karma eğitim gösterilen Küba'da, kadının toplumdaki eşitliğine büyük ölçüde vurgu yapılmaktadır. Bu bağlamda; Küba'da eğitim gören gençler arasında fırsat eşitliği bilinci yaratmanın yanı sıra ataerkil toplumların geleneksel kadın imajından sıyrılmış, erkeklerle aynı haklara sahip olan bir kadın yaratmak da önemli amaçlar arasındandır. Bütün bunların ışığında elimizdeki veriler, Küba'nın bu konuda ne kadar başarılı olduğunu gözler önüne sermektedir. Küba'daki üniversite öğrencilerinin %62'sinin ve Beşeri Bilimler, Tıp ve Eğitim Bilimleri'nde okuyan öğrencilerin de yaklaşık %70'ini kadınlar oluşturmaktadır. Dahası; Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın verilerine göre Küba, devlet bütçesinin yaklaşık %18,7'sini eğitime ayırarak gelişmiş ülkelerle bile arasında büyük bir farkın oluşmasına yol açmıştır. Yine aynı veriler göz önüne sermektedir ki; İsveç toplam bütçesinin %7,7'sini, ABD %5,7'sini, Birleşik Krallık %5,3'ünü ve Türkiye sadece %3,7'sini eğitime ayırmaktadır.
Eğitimin ve her türlü fırsat eşitliğinin Küba'da bu derece önemsenmesi, yüksek oranda olan kadın okur-yazarlığını da açıklamaya yeterlidir. Küba'da 15 yaş ve üstü kadınların yaklaşık %99,8'inin okuma yazarlılığı varken, 15-24 yaş aralığında bu oranın %100 olduğunu görüyoruz. Bu arada 15 yaş ve üstünde kadınların okuma-yazarlılığının Yunanistan'da %92,24'ken, Türkiye'de %79,58 olduğunu söylememizde karşılaştırma yapmak adına yarar vardır. Bunların yanısıra Küba, kız öğrencilerin erkeklere oranında %110,18 oranla 15. sıradadır. Türkiye'de ise bu oran %83,84'tür ve 162 ülkeli sıralamada 155. sıradadır.

Sağlık
ABD ambargosu yüzünden türlü ilaçlardan ve teknik ekipmanlardan yoksun kalan Küba'da, Devrim'den bu yana bedava sağlık hizmeti uygulanmaktadır. Küba Devleti milli bir sağlık sistemi kurmuş ve yurttaşlarına bu sorumluluk çerçevesinde yaklaşmıştır. Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre Küba, 68.4 yıl ortalamayla, Latin Amerika'da kadınların en uzun yaşam ömrüne sahip olduğu ülkedir. Latin Amerika'da ise bu ortalama 62,9 yıldır. Kübalı kadınlar, 1,43 doğurganlık oranıyla beraber; yeni doğan bebek ölümlerinde de her 100,000 doğumda sadece 33 ölümle, gelişmiş ülkeler arasında yer almaktadır.
Bütün bunların yanı sıra, Küba her 1,000 yurttaşa düşen doktor sayısı sıralamasında da 2. sırada yer almaktadır. Bu sıralamada 1. sırada 28,000 nüfuslu San Marino bulunması, Küba'nın neden 2. sırada olduğunu ortaya koymaktadır. Küba'da bu oran her 1,000 kişiye 5,91 iken; Yunanistan 4,4 ile 6. sırada, Rusya 4,25 ile 7. sırada, İtalya 4,25 ile 8. sırada ve Türkiye 1,3 ile 93. sırada yer almaktadır.
Ayrıca Küba, kadınlara yasal kürtajın önünü hiçbir şekilde kapamamıştır ve bu sayede kadınlarda %5,86 oranda kürtaj görülmektedir. Doğum kontrol yöntemleri de Kübalı kadınlar arasında yaygın olup %79 civarındadır. Bunların yanı sıra; kadınlar 1 yıl tam ödemeli olmak üzere doğum izinlerine sahiptirler. Çocuklara ise 3 yaşından okul dönemine kadar devletin koruması altında çocuk bakımı sağlanır.

İş
Daha önce de belirtiğim gibi, Devrim öncesi Küba'da kadınlar hayatın her alanında olduğu gibi iş gücünde de ikinci plandaydı. 1956'da Küba işgücünün yaklaşık %17'sini oluşturan kadınlar, günümüzde %44'ünü oluşturmaktadır. Devrim öncesi kadınlara açılan fırsatlar fazlasıyla kısıtlıydı. Kaldı ki, iş gücüne katılmış olsalar bile hakları, erkek egemen sendikalar aracılığıyla aranıyordu.
Küba Cumhuriyeti Anayasası, kadınlarla erkeklere hayatın her alanında eşit fırsat garantilemektedir. Bu bağlamda Devrim'den sonra Küba'lı kadınların iç gücüne katılmasında büyük ölçüde başarı sağlanmıştır. Bugün Küba'daki işçilerin %22'sini, idarecilerin %33,1'ini, bilim insanlarının %43'ünü, doktorların %51'ini, uzman ve teknisyenlerin %66,1'ini, banka çalışanlarının %70'ini ve yöneticilerin %87'sini kadınlar oluşturmaktadır. Küba'da kadınların, iş gücünün her alanında erkeklerle eşit koşullarda bulunduğunu söyeyebiliriz.

Güç
1999 yılının verilerine göre Latin Amerika ülkelerindeki meclislerde kadınların oranı %14 civarındayken; Küba'da kadınlar, Küba Ulusal Meclisi'nin yaklaşık %35'ini oluşturmaktadır. İlk 4 sıranın İskandinav ülkelerince paylaşıldığı bu oranda, Küba 5. sırada yer almaktadır. Ayrıca; Danıştay üyelerini
n %16,1'i, bakanların %18'i ve bakanlık müsteşarlarının %22,7'si kadındır. Öte yandan il genel meclisi'nin %31'ini ve adli sistem içersinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin %47'sini, hakimlerin %49'unu ve avukatların %62'sini kadınlar oluşturmaktadır.

Aile
1975'te yürürlüğe giren Aile Kanunu, evlilik, boşanma, evlat edinme ve çocuklar üzerindeki haklar ve sorumluluklar konularında kadınlarla erkeklere eşit haklar vermiştir. Bunun yanı sıra; aile içi şiddetin Küba'da pek yaşanmadığını da söylemekte yarar var. Buna rağmen, Küba Kadınlar Federasyonu tarafından 1997 yılında kurulan ve yaklaşık 185 yerel ofisi bulunan bir örgütün
olası bir aile içi şiddeti önlemek ve buna karşı önlemler almak adına kurulduğunu da belirtelim.

Küba Kadınlar Federasyonu
Küba'da kadınlar, eşit hak ve eşit fırsat mücadelesi için gerek teoride gerekse pratikte büyük mücadele vermişlerdir. Küba Kadınlar Federasyonu bu amaçla 1960 yılında Fidel Castro ve Vilma Espin(kendisi Raul Castro'nun eşi olmakla birlikte, Batista rejimine karşı Fidel'le birlikte mücadele eden ender kadın komutanlardandır) öncülüğünde kurulan, hem sivil toplum hem de ulusal bir mekanizma görevini üstlenen bir örgüttür. 14 yaş üstü Küba kadınlarının yaklaşık %85,2'sinin üyeliğini barındıran bu örgütün yaklaşık 73,000 yerel teşkilatı bulunmaktadır. Küba Kadınlar Federasyonu, Küba Devrimi'ni ve onun getirdiği kazanımları korumayı en büyük amaçları olarak açıklamaktadır. Bunun yanında; kadınların ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yaşama katılımlarını ve etkilerini arttırmayı da amaçlamaktadır. Çocuklar, aile ve toplumdaki bireyler arasındaki ideolojik, siyasi ve ahlaki bağları kuvvetlendirmek, her türlü cinsiyet ayrımcılığa karşı çözüm üretmek ve kadın örgütler arasında enternasyonalist bir bağ kurmak da Küba Kadınlar Federasyonu'nun diğer amaçları arasındadır.


Bütün bu veriler göstermektedir ki; Küba Devrimi'nden önce toplumun her alanında dışlanmış bir kesmi oluşturan kadınlar, sosyalizmin getirdiği eşitlik kültürüyle birlikte Devrim'le oluşturulan kurumlar sayesinde Küba'da önemli yerlere gelmişlerdir. Kadınlar artık Katolik inançla pekişen ataerkil düşüncenin birer esiri olmaktan çıkmış ve bağımsız Küba yolunda çıktıkları sosyalist mücadelenin toplumun her alanına sunduğu eşitliğin kazanımlarından yararlanmaktadırlar.

10 Haziran 2009 Çarşamba

Das Methylenedioxymethamphetamine Des Volks


Karl Marx ,dinin sermayeyi korumak ve düzenlemek için yine kapitalin ta kendisi tarafından yaratılmış, sabrı destekleyen ve başka yerde alacağı mukafatları vaadeden bir  ahlak silsilesi olduğunu çözümlemiş olduğu çağdan bu yana, toplum biçimlerindeki değişmeleri hızla ele almamız gerekiyor. Marx'ın çok bilinen aforizmasıyla('' Din toplumların afyonudur'') dinin toplumlar üzerinde ki etkisini saptamak ne ölçüde isabetli olacaktır. Bu aforizmanın hemen devam eden cümlelerinde Marx'ın kullandığı afyon ifadesinin ilaç  ve uyuşturucu anlamına geldiğini hemen görmemiz gerekir. Genelde bu aforizma tek başına alınır ve Marx'ın din için yine söylediği" kalpsiz bir dünyanın kalbi" aforizması gözardı edilir. 
Karl Marx'ın anlatmak istediği, hastalıklı düzende acı çekmemek veya iyi olabimek için mecbur bırakılan bir ilaç olan dinin,  bugün yine sadece afyonluktan mı ibaret olduğu sorunsalına verebileceğimiz cevaplar nelerdir?
Din hastalıklı düzende acı çekmemeyi sağlayan ilaç mıdır hala?
Evet, din hastalıklı toplumlara ilaç olma misyonunu devam ettiriyor. Tabi ki bu ilaç kişi üzerinde her yaşta ve her sosyal seviyede aynı oranda etkili olmuyor. Yaşamın veya toplumun bazı kesimlerinde pompalanan popüler kültür, bazı yerlerinde ise suni ulusal dürtüler bu ilaç misyonunu üstlenebiliyor. En çok farkedebilen şekliyle, kişilerin ilerleyen yaşlarında din kişinin sığındığı tek ilaç haline dönüşebiliyor. Bu dönüşmeyi sağlayan ve kişiyi o ilacı almaya itense sistemin kendisidir. Çocukluğundan beri  lüks yaşam tarzlarının, tüketim çılgınlığının, popüler kültürün ve ekonomizmin etkisi altında kalan bir insan yaşlandığını farkettiği süre zarfında, kapitalist toplum parametrelerince gıpta edilen durumda değilse , dinin etkisine girmeye başlıyor ve mukafatını buralarda arıyor. Toplumların gericileşmesi konusunda yazacağım başka bir yazıda bu etkiyi kesinlikle bir daha göz önüne koyacağım. Mesela, küçüklüğünden beri lüks arabaların beygir gücünden motor hacmine kadar birçok özelliğini ezberleyen, tüm gün ''Bas Gaza Yavrum Bas Gaza'' Şarkısını dinleyen gencin, kapitalizm tarafından ona sunacağı uçuk bir fırsat çıkmazsa, ki çıkmama oranın astronomikliği ortadadır, bugün aldığı maaşla hayalini kurduğu arabayla ''Bebek'te üç beş tur'' atması ancak ömrü boyunca bir kuruş para harcamadığı takdirde ve sürekli çalışırsa en erken 70 yıl sonra mümkün. İşte bu durumda artık yaşlanmış ve umutları harap olmuş kişi, mükafatını başka yerlerde arayacak ve boşa geçen bir ömrünün acısını din afyonuyla hafifletecektir.
Diğer yandan, din artık sadece acı bastıran değil acı ve suç yaratandır da. Bu açıdan dini başka bir uyuşturucu madde olan ecstasye(Methylenedioxymethamphetamine) benzetebiliriz. Din birey olamamış kişilerin, üstlerine atılan bir toprak vazifesi gördüğünde o toprak zehirli dikenlerden başka birşey doğurmayacaktır. Cinsel dürtüleri, sürekli bastırılmış bir insanın cinsel sapkınlıklara ne kadar eğilim gösterebileceğini hepimiz az çok tahmin edebiliriz. Bu yüzden din o kişiye eksikliğini bastırarak aslında daha fazla cesaret daha fazla hareket daha fazla suç eğilimi vermektedir, dinin ecstasyleşme durumu işte burada ortaya çıkmaktadır. İstanbul'da yaşadığım için sadece yaşadığım kentten örnek verebileceğim. İstanbul'da cinsel suç, hırsızlık, cinayet ve adam yaralama suçlarının en çok yaşandığı yerlerin aslında kentin en muhafazakar gösterilen yerleri olduğunu düşünüyorum. Oturduğum yakada, örneğin ilk aklıma gelen ilçe olan Ümraniye'de gece yalnız başına yürümekten ve yürütmekten korkabileceğimi düşünüyorum. Bu ilçenin 2009 Yerel Seçimlerinde aldığı oylara bakıp, muhafazakar partilerin oy oranının %72 seviyesinde olduğu görmek, yaptığım bu saptamanın salt bir pozitivist reaksiyon değil tartışılması gereken bir konu olduğunu doğrular nitelikte. 

"tanrı, mülk sahiplerinin koruyucusu, serbest girişimin güvencesidir" Politzer

Anneeee bitti..

Kucukken hangi takimi tuttugunu ifsa eden futbolcu kervanina katilir mi bilinmez ama yillardir beklenen kavusma 65 milyon euro karsiliginda Kaka ile Madrid ekibi arasinda gerceklesti.
Sehir efsanesi midir bilinmez ama Kaka'nin hikayesi Turkiyede biraz erken ve sessiz bitmistir.Gaziantep'in baklavasini yemis, suyunu icmis olan Kaka, Santos kulubuyle Gaziantep' in anlasamamasi nedeniyle ilk once Istanbul'a ordan da Paris aktarmali Sao Paulo ucagina binerek ulkesinin yolunu tutmus(tu).
Veteran Milan'dan ayrilan Kaka, Barcelona hegemanyosuna son vermek icin geldigini de belirtmeden gecememis.
Inancini yesil sahalarda surekli gozlere sokmakta hunerli olan bu cocugun Los Galacticos macerasi, Barcelona hegemanyosu acisindan ne olur bilinmez ama Kaka acisindan eski takim arkadasi Sheva gibi olabilitesini zamanin gosterecegi asikar gibi gorunmekte.

9 Haziran 2009 Salı

Tanri Turk'u Neden Korusun?

Orta okul tarih kitaplarindan aklimda kalan, Uygur Devletinin kurulmasi asamasinda Kursad'in Cin Sarayini basmasiydi. O donem hayal gucuyle dahi beni zorlayan bu olaya inanmamam, fantastik-resmi ideolojik tarih teziyle aciklanabilirdi. Aradan yillar gecmis, hayal gucum gelisip evrilmis ancak karsima yeni yeni Kursadlar cikagelmisti. Bunlarin adresi, o donemde turkculer.net adresiyle sanal dunyadan yerlerini almis, bugunun atsizcilar.com sitesiydi.100 Vatan Hainini acikliyoruz diye iddiali bir baslikla dikkatimi cekmislerdi. Listede kimler yoktu kimler.Icinde bulunulan durumda bu isimler cok olagan karsilanabilirdi ama listenin ilk yayinlandigi 2005 2006 yillari arasi, bu 'otagin' marjinalitesini farketmek icin yeterliydi.
Gel zaman git zaman, turkculer.net adeta stres atmaya birebir bir adres olmustu benim icin. Acilan fantastik basliklarda, sorulan ilginc denmesi bir hayli zor sorular, bu ideolojinin mensuplarinin zihinlerinin ne yonde ilerlediklerini gostermekteydi. Birbirlerine andam diye hitap eden ve alenen irkciligi bir kivanc kaynagi olarak addeden bu zihinler, Fenerbahceli Selcuk Sahin'in Kurt veya Kurt'e benzer oldugundan dolayi milli takim formasi giymesinden duyduklari rahatsizliklari kendilerine has usluplariyla dile getiriyolardi.
Forumun iceriginde tarisilmaya(!) calisilan fantastik konularinda yaninda, site yoneticilerinin uyeleri azarlayis bicimleride gorulmeye degerdi. Gurbetteki bir Turkcunun Turkce klavye kullanamamasindan dolayi ozurlerini belirtmemis olmasi, onun Nazi ozentisi veya aptal ve casit oldugundan dolayi uyeliginin silinmesine kadar gidebiliyordu.
Ergenekon davasi surecinde, toplumdaki ikili bolunme tabiki sevgili irkcilarimizi da etkilemis bulunmaktadir. Yapilan anketlerde CHP'ye yuzde yuze yakin oy cikmakla beraber, birkac aykiri goruse (aykiri diyorum cunku MHP'ye oy vermis uyeler capulcu ulkucu oldugu kanaatiyle siteden atilmislardir) ister istemez yer verilmistir. Turancilar, kendilerine karsi en buyuk tehdidi seriatcilar olarak gostermeye calissalarda Kurtleri bu noktada ikinci siraya atmalari cok kolay olmayacaktir. Toplumsal konulara karsi tepkileri. Kurt ve Islam dusmanligi uzerinden yapmaya calistiklari bircok olayda gorulmektedir. Munevver Karabulut cinayetini, kizini Kurt'e peske cekmeye calisan Turk ailenin drami olarak adlandirip okumaya calisiyolar.
Atsizcilarin ve ozunde irkcilarin yaptiklari anlatilmakla bitmez, bitmeyecektir de. Ancak garip olan dunyanin genelinde bir suc olan ve karsitligi icin onlarca kampanya duzenlenen irkcilik, neden bu ulke sinirlari icerisinde ovunulecek bir unsur olarak algilaniyor? Bu her Turk' un asker dogmasindan dolayi mi yoksa her sabah varliklarini Turk varligina armagan eden 7 - 12 yas arasi cocuklardan mi kaynaklaniyor?

Depresyonist Baskı

Bu caddeleri tanıyorum. İlk defa vurduğumda kendimi dışarıya, hiç bir çağrıyı beklemeden, yine buralardan geçiyordum. O zamanlar çağrılmayı beklemekten çok korkardım, ya çağırmazlarda yalnız kalırsam... En iyisi, ufak tefek özlenme, sevilme, aranma hayallerimi kırıklıklardan kurtarmak için, kimseden haber beklemeden kendimi dışarı atmaktı.
Ne kadar ufak tefek desemde, epey korkuyordum. İçime değersizliğimi sorgulamanın kurdu düştüğünde tüm iç organlarımın kemirilmesinden kalan yaraların acısını duymayı bekleyemezdim. Kurdu, acıyı, kemrilmeyi,yaraları beklemeden, vücudumdan organlarımı dışarıya kaçırıyordum, kendimi evimden caddelere kaçırarak. Zaten sonraları beni çağıracak pek kimse de kalmamıştı veya kendimi kandırdığım şekliyle caddeler beni çağırıyordu artık.
Bizim sokak çevredekilerine göre biraz daha karanlık kalırdı. Sokağın sonu, öyle ışıklı bir caddeye bağlanırdı ki, çoğu zaman o ışıklı caddelerden bizim sokağa girdiğimde kendimi iyice körelmiş bulurdum. Birkaç sene önce belediye, caddeye bağlanan daracık geçite bir sokak lambası koydu. Çocukluğumda ise beni geçitten fazla, hemen arkasındaki kum ve yaban otlarıyla dolu boş arazi ilgilendiriyordu. Nede olsa, geçit ve sonrası biz çocuklar için tehlikeli ve yasaklıydı. O alan ise özgürlüğümüzün dış çepheriydi. Ne kadar özgürlüğümüzün dış çepheri dediysem de yasaklar orada da devam ediyordu. Mesela, kapıcı çocuklarıyla oynamamız ailelerimiz tarafından hoş karşılanmazdı. Bizim için ise futbol oynayabileceğimiz çoğunluğa erişmek için, günün tüm aydınlık saatlerini orada geçiren çocukları kullanmamak düşünülemezdi. Bizim o çocukları pisliklerinden dolayı kullanmamızı isteyen annelerimiz, o çocukların annelerini temizlik için her hafta kullanırlardı. Caddeleri gezmeye başlayana kadar, bu karmaşık ilişkiyi bizim sokağa özgü sanırdım... İlk önce, temizlenmek için pis sokak çocuklarından selpak satın alan insanları görünce şaşırmıştım. Daha sonraları, dışarıda görmek istemedikleri bu pis çocuklara, arabalarından dışarıyı daha güzel görmek için camlarını temizlettiklerini gördüm. Daha güzel görünümlü bir dünyadan beklentilerinin sadece cam silici çocukların daha güzel sildiği temiz camlar olduğunu düşünmelerini çok garipsedim.
Caddelerde bu karmaşık ilişkileri çözmüş ama daha karmaşık şekliyle anlatmaya çalışan onlarca insanla tanıştım. Açıkçası anlattıklarını ne ben anladım, ne de onlar anlatamadıklarını anladılar. Haksızlık etmemek gerekir, içki masalarının en tatsız mezesine gelindiğinde, ben bu anlamadığım ilişkileri onların sözleryile çok anlattım. Gecenin terinin çimlere ve araba camlarına yapıştığı saatlere kadar anlattık. Biz bunları anlatıp, geceyi bira poşetleriyle evlerimize taşıyacağımız zaman gelince, çevremizdeki mutlu masaları farkederdik. Çoğunun bizi o zaman gelince bile farkettiğini sanmıyorum, hatta anlattıklarımızı da hayatlarının biryerinde dahi. Onlar virgülü, ünlemi, soru işareti kahkaha olan sohbetlerinden dünyaya bir mutlu nokta bile getiremiyorlardı. Bana bildiklerimi anlatanlar ise noktaya bile neden mutsuz olduğunu anlatmaya çalışırdı. Belki de nokta mutsuzluğunu sorgulamasaydı anlatanlarla birlikte, mutsuz olduğunu bile anlamadan silinecekti tıpki şu yanımızdakiler gibi. Bilemedik, göremedik, bilmeye çalışanların hiç bir zaman mutlu olmadığını, bilmeyenlerin, farkında olmayanların mutsuzluğu ne kendi hayatlarında ne de başkasının hayatında görebileceklerini.